ÂŞIK TALİBÎ COŞKUN
A- TALİBÎ’NİN HAYATI[1]
1. Hayatı (1898-12 Mart 1976)
Talibî, Sivas’ın Altınyayla ilçesinde doğmuştur. Altınyayla’nın eski ismi Tonus olup Talibî doğduğu vakit Altınyayla, Şarkışla’ya bağlı bir köy idi. Nüfus kaydında kimliği ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
Soyadı: Coşkun,
Adı: Hacı Bektaş,
Baba adı: Mustafa,
Ana adı: Meryem,
Doğum Yeri: Şarkışla,
Doğum Tarihi: 1320,
Mezhebi: İslâm,
Medeni hali: Zeliha ile evli.
Vilâyeti: Sivas,
Kazası: Şarkışla,
Köyü: Altunyayla,
Hane no: 113,
Cilt no: 29-2,
Sayfa no: 118.[2]
Görüldüğü gibi nüfus cüzdanında 1320 yazılıdır. Bu tarih miladi olarak 1904 yılına tekabül eder. Ancak o vakitler nüfus kimlik belgelerinin ve doğum tarihlerinin zamanında yapılmadığını göz önüne alırsak, 1904 yılını ihtiyatlı karşılamamız gerekir. Belki nüfus kimliğindeki bu bilgilerden dolayı Büyük Ölüm Acısı, Erciyes Yaylası, Felek Yarası, İlâveli Ankara Destanı, İnkılâp Sesi, Trakya Destanı, Zelzele Seylap Destanı adlı kitaplarda doğumu 1904 olarak kaydedilmiştir.
Talibî, sağlığında 5.12.1974 yılında bastırdığı “Kıbrıs Destanı” adlı kitabın 19 sayfasında yer alan;
Dünyada kendimi beyhude yordum
Aklı karalı çok günleri gördüm
Tamam yetmiş yedi yaşıma girdim
Ak alnımın kara yazıları var, ifadesinde, gerekse destanın sonundaki; “1314 doğumlu muharebelerin Topçu Askeri, yaşlı halk ozanı Talibî Coşkun (20.9.1974)” ibaresinde baktığımızda, doğumunun kendisi-nin söylediği 1898 yılı ortaya çıkmaktadır. A. E. Uysal de kendisinden aldığı bilgiye dayanarak doğumunu 1898 olarak gösterir.[3]
Talibî’nin asıl adı Hacı Bektaş’tır. Sülalesi Karabağdatoğulları olarak bilinir. Tüccar olan dedesi Hasan Hüseyin’in isminin halk tarafından Hassük olarak telaffuz edilmesinden dolayı sülale adı Hassükler şeklinde anılır. Hacı Hasan Hüseyin adına istinaden “Hassükler” sülalesi Tonus çevresinde bu isimle tanınmıştır. Aile yaklaşık 400 yıl önce Bağdat’tan Altınyayla (Eski adı; Tonus)’ya gelip yerleşen Halep Türkmenlerinden’dir.
Babası, Bekir Ağa’nın oğlu Mustafa, annesi de Taşlıhüyük köyünden Seyitler sülalesinden Meryem’dir.
Talibî’nin ismini dedesi Bekir Ağa koymuştur. Yoz tüccarlığı yapan dedesi, Haymana’dan Sivas’a dönerken yolu, Hacıbektaş’a uğrar. Halkın büyük sevgi ve yardımından etkilenip orada torunu olduğunda adını Hacı Bektaş koyacağına dair kendi kendine söz verir. Sivas’a döndükten sonra Talibî, doğar. O da verdiği sözü yerine getirir.
Mustafa ve Meryem’in Hacı Bektaş’tan başka Ahmet, Mehmet, Bekir ve Fadime isminde dört çocuğu daha vardır.[4]
Adı Hacı Bektaş olan Talibî’nin soyadı Coşkun’dur. 1934’yılında soyadı kanunu gereğince herkes bir soyadı alırken, Talibî de bu ismi kendisine soyadı olarak seçmiştir.
Talibî, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın pazulu güçlü kuvvetli biridir. Gençliğinde 90 kg.’da güreş tutarken, 1945 yılında bir tren kazası geçirince eskisi gibi hareket kabiliyetini yitirir ve artık bu tarihten sonra kilo almaya başlar. Uysal, bir koyunu tek başına yiyebilecek yapıda olduğunu belirtir.[5] Boyu 1.78 m. olan Talibî’nin orta yaşlarda ve yaşlılık devresinde, kilosu 120 kg. dan aşağı düşmez. Çok sevdiği fötr şapkasını hiç başından çıkarmamış, daima gururla taşıdığı madalyaları göğsünün vazgeçilmez bir aksesuarı olmuştur.
Talibî, çocukken annesi tarafından Başyayla köyünde Bekir Hoca’ya okumaya gönderilir. Önceleri, Talibî istenileni veremez, bir rüyadan sonra üstün yetenekler kazanarak farklı bir şekilde uyanır.
Bir gün hocası Talibî’yi falakaya yatırıyor ve bir güzel dövüyor, yüklüğün altına atıyor. Talibî, burada yatarken uyuyor. Rüyasında, Hacımıstıklar’ın sokaktan geçerken kendisine bir bardak bade (şerbet) sunuluyor. Bunu içiyor. Bu olaydan sonra Talibî, adeta bülbül gibi şakıyor ve hafız gibi Kur’an okumaya başlıyor. Hocası sıkıştırıyor. Nasıl olup da aniden Kur’an okumaya başladığını soruyor. Talibî de rüyasında yaşadığı olayı anlatınca, hocası hayretler içerisinde kalıyor. Talibî, bu anda hocasının gözdesi oluyor. Büyük oğlu Hüseyin Coşkun’un anlattığına göre; ‘Talibî, ezan okuduğu ya da salâ verdiği zamanlar, insanlar hayranlıkla dinler ve mest olurlardı.’ Talibî’nin halk âşıklığına giden serüveni burada başlamıştır.[6]
On üç yaşındayken Birinci Dünya Savaşında babası tifo hastalığına yakalanır ve kurtulamaz; Sivas’ın Karacalar köyüne defnedilir. Bunun üzerine Talibî, dört kardeşi ile birlikte (Ahmet, Mehmet, Bekir, Fadime) yetim kalır. En büyükleri Talibî’dir. Çocuklukları yoksullukla geçer. Talibî, bir yandan çobanlık bir yandan da rençperlik yaparak annesinin ve kardeşlerinin geçimini üstlenir. Talibî, o günkü durumunu bir şiirinde şöyle dile getirir
On üç yaşımda da fikire daldım
Babam şehit oldu ben yetim kaldım
Umur başa düştü perişan oldum
Ağlayıp yumardım iki gözümü
Talibî, küçükken bir müddet hocaya gider, Arap alfabesini, daha sonra da kendi kendine Latin alfabesini öğrenir. Sesinin güzel olduğu söylenir.
Talibî; yaşnamesinde;
On yedide everdiler kendimi
Kimse benim gibi nara yandı mı
Sararıp da soldurdular benzimi, dediği gibi on yedi yaşında evlenir. Eşi Zahey lakabıyla da bilinen Kürkçüyurdu köyünden Zeliha’dır. Bu evlilikten Hüseyin, Mustafa ve Kuddusi adlarında üç oğlu olur. Zeliha çocuklarını yoksulluk içerisinde büyütür. Zeliha, 1963’te vefat eder.
Talibî, 19-20 yaşlarında iken anneleri Meryem vefat eder ve birkaç ay sonra da Talibî, askere gider. Askerlik eğitimini Konya’da, Birinci Ordu Kumandanı Fahrettin Paşa’nın emrinde 5. Topçu Alayında yapar ve ilk altı ay sonra İzmir’e dağıtım olur. Bir yıl burada kaldıktan sonra Sivas’a dağıtım olur[7] Cumhuriyetin ilanından sonra, yaşnamesinde;
Yirmi dört yaşımda kurtardı Hüda
Vatanın borcunu eyledim eda
Milletim uğrana canlarım feda
Memlekete çevirdim ben yüzümü, dediği gibi 24 yaşındayken tezkiresini burada alır. Talibî’nin asıl sıkıntısı bu günden sonra başlar.
Tamam girdim yirmi yedi yaşıma
Neler geldi şu gençlikte başıma
Bu hale geldim düşüne düşüne
Hançer vurup doğradılar sinemi
Geçim sıkıntısı ve birkaç sebep Talibî’yi gurbete sürükler. Böylelikle, 1938 yılında başlayan gurbet hayatı, ölüm tarihi olan 1976 yılına kadar sürer.
Önce henüz gelişmekte olan Ankara’ya gider, bir müddet orada kalır. Ankara’dayken sık sık dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine gider, orada-ki öğretim üyeleriyle ve öğrencileriyle görüşme imkânı bulur.
Talibî, geçimini genellikle okullarda ve sinemalarda okuduğu şiirlerden kazandığı para ile sağlamaya çalışır. Şiirlerini kendisine has nağmelerle terennüm etmiştir. Saz çalmadığı halde, bu parayı kazanma başarısı Talibî’nin şiirlerinin gücü, etkisi ve hitabet yeteneği ile açıklanabilir.
Çok kuvvetli hafızası olup kafasında binlerce dörtlüğü hıfzetmiştir. Yirmi-otuz sene önce söylediği bir şiiri, sanki o gün yazmış gibi bir çırpıda okuyabilmiştir. On yıl önce söylediği sözleri, o anda söylüyormuş gibi kelimesi kelimesine aynen söyleme yeteneğine sahiptir. İrticalen şiir söyleyebilmekle beraber, bazen de geceleri söylediği şiirleri gündüz tekrarlayarak hafızasına alır.[8]
Bunun yanında, yurdun muhtelif yörelerinde bastırdığı kitaplar da Talibî’ye maddeten önemli destek sağlar.
Talibî, Atatürk’ün 1938’de vefat etmesi üzeri-ne;
Var mı ulu Gazi gibi
Yeni çıkan yazı gibi
Ben bir emlik kuzu gibi
Atam diye meliyorum, diyen Talibî, rüyasında Evliya Çelebi’yi görür. Evliya, rüyasında ona Kur’an-ı Kerim okur sonra; “Üzülme sen de benim gibi seyahate çık, kendini avutursun. Hayatına kıyma.” diye öğütlerde bulunur. Rüyanın etkisiyle birden uyanan Talibî, zehri içmediğine memnun olur. Rüyasını Pertev Naili Boratav’a anlatır ve ondan Evliya Çelebi’nin kim olduğunu öğrenir. Bu rüyadan sonra artık onun seyahat dolu yılları başlar. Belki de Talibî, bu özelliğiyle edebiyatımızda, gezgin halk şairleri içinde, en ön safta yer alan birisidir. Ömür boyu Türkiye’de deyim yerindeyse, hemen hemen gitmedik yer bırakmayan Talibî, kendisinden söz edilirken “İkinci Evliyâ Çelebi” yahut “XX. yüzyılın Evliyâ Çelebi’si” gibi sıfatlarla anılır. Bunun yanında o “Aşkın Pehlivanı” yahut “Turizm Halk Şairi” gibi sıfatları da kullanmıştır.
Talibî, taşıdığı âşık sıfatını hakkıyla yerine getiren, ahlaklı, olgun, inandığı ve söylediği gibi yaşayabilen birisidir. Bu konuda Osman Atilla’nın tespitleri şöyledir:
“Talibî namuslu bir âşıktı. Şiir kudreti üstündü. Başkalarının deyişlerini kendine mal etmek gibi bir adiliğe hiç düşmemiştir; tertemiz, pırıl pırıl bir âşık! O zamanlar Ülkü (Mecmuasının idarehanesi)’ye gelenlerden Ali İzzet, onun için ‘Talibî, hepimizden kuvvetli bir âşıktır.’ derdi. Gerçekten; söyleyişi, hicvi kuvvetli idi.”[9]
Türk Edebiyatı ve kültürüne bu kadar uzun süre hizmet etmiş, büyük emekleri geçmiş, Sivas’ı ve Sivas’ın tarihi, sosyal ve kültürel değerlerini tüm Türkiye’yi karış karış gezerek tanıtma imkanı sağlamış bir halk ozanına şimdiye kadar gereken önemin verilmemiş olması bizleri derinden üzmektedir. Bu büyük halk şairine devlet tarafından gereken ilgini gösterilmediğini düşünüyorum.. M. Kemal ATATÜRK tarafından takdirname ile ödüllendirilmiş tek ozandır diyebiliriz.
Talibî, gerek şiirlerinde gerekse onun hakkında bize bilgi veren kişilerin ifadelerine göre samimi bir Müslüman’dır. Herhangi bir tarikata bağlı olmamakla beraber ihlasla yaşamıştır. Allah’ın büyüklüğünü, namazı, Peygamberin sünnetini, kabir âlemini daima hatırında tutmuştur.
Söyle Hak kelâmı dönder dilleri
Gidersin cennete tutma yolları
Firdevs-i alâda gonca gülleri
Nasip olup derer m’ola elimiz
Beş vakti eda et terk etme sünnet
Allah kulum desin Peygamber ümmet
Bizlere yapılmış cehennem cennet
Acep hangisine düşer yolumuz
İbadet et bu dünyada dururken
Dizin tutup her işleri görürken
Melekler kabirde sual sorarken
O zaman döndersin Mevlâ’m dilimiz
Talibi, her zaman Allah’ın yüceliğine sığınır.
Hazret-i Adem’dir bizim atamız
Ondan sonra kara toprak ötemiz
Biz günahkâr kuluz çoktur hatamız
Ya Rabbi çok şükür nimetlerin var
Tanrı bize göster doğru yolunu
Cennetteki yeşilini alını
İmandan ayırma Talip kulunu
Kâinat üstünde kanatların var
Talibî yeri geldiğinde ibadetini etmiş, ancak cennet cehennemin bu dünyada olduğunu görmüştür.
Çok ibadet ettim cennet var diye
Cehennem ve Cennet nar bu dünyada
Hakk’ın gösterdiği yola gitmeli
Yaramaz nefsini kesip atmalı
Dünyadan ahreti uzak tutmalı
Kazanırsan cennet nur bu dünyada
Bu sözleriyle sanki bize;
Karac’oğlan der ki her sözüm haktır
Yiğit olmayanın yalanı çoktur
Cehennem yerinde hiç ateş yoktur
Her kul ateşini bile götürür
diyen Karacaoğlan’ı hatırlatır.
Bu örnekler bilgiler çerçevesinde onun, inanç yönüyle herhangi bir tarikata bağlı olmayan fakat saf, samimi ve halisane duygularla Allah’a bağlı bir kul olduğunu söyleyebiliriz.
Sohbetlerinde sık sık 67 il, 455 ilçe ve belde, 10.000 köy gezdiğini gururla ifade etmiştir. Ahmet Edip Uysal, Talibî’nin vefatından sonra Ankara’daki Ulucanlar Caddesindeki 58 numaralı evine gittiğinde ülkenin hemen her yerindeki okul müdürlerinin kendisine program yapma izni verdiği sayısız kâğıt gördüğünü ifade etmiştir ki, bu da bize yukarıdaki rakamlar kadar olmasa da Talibî’nin sayısız pek çok yeri dolaştığını teyit etmektedir. Bu yazılar bugün Kültür Bakanlığı HAGEM Arşivindedir.
Talibî, geçimini sağlamada en büyük kolaylığı ve desteği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğretim üyelerinden görür. Fakültenin sözkonusu öğretim üyeleri, âşığın gittiği yerde yardım görmesini kolaylaştırmak için bir belge verirler.
Talibî Coşkun’a DTCF verilen Belge
“İlgili Makamların Dikkat Nazarına
28 Mayıs 1974
Halk Edebiyatımızın mümtaz simalarından Sivaslı Halk Ozanı Talibî Coşkun, verdiği eserlerle, memleketin her bucağında yaptığı gezilerde memleket konularından aldığı ilhamlarla yazdığı ve irticali olarak da söyleyebildiği binlerce değerli şiir ve sözleriyle 50 yıldan beri kendini vatan sathında tanıtmış ve sevdirmiş çok ilgi çekici bir şahsiyettir. Kendini Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde her fırsatta zevkle dinledik ve şiirlerini kendi ağzından banda aldık. Bir çok seferler Fakültemiz öğrenci grupları huzurunda şiirlerini okuyan ve ibret alınacak birçok maceralarla dolu hayatını şiirle anla-tan Talibî Coşkun, gerek bizleri ve gerekse öğrencilerimizi, şiirlerinin samimiyeti, zengin mizah duygusu ve vanlı şahsiyeti ile unutamaya-cağımız bir şekilde etkilemiştir.
Talibî Coşkun, çok yönlü, içli ve felsefî görüşleri olan bir şairimizdir. Çok seyahat eden ve ilhamlarını memleketin çeşitli konularından alan bu halk ozanımızın zengin bir dili ve kuvvetli bir ifade tarzı vardır. Hayat görüşü orijinal ve ince mizah ve hiciv kabiliyeti, hazırlıksız manalı şiirler söylemekteki mahareti pek şayan-ı dikkattir. Bugün 75 yaşında olmasına rağmen on binlerce mısra tutan şiirinin büyük bir kısmını hâlâ hafızasında tutabilmektedir. Bu bakımdan belki dünyada eşine az rastlanır bir kabiliyettir.
Yukarıda belirttiğimiz özellikleri dikkat nazarına alarak, bütün edebiyat severlerin, memleket kültürüne değer veren aydınlarımızın, öğret-menlerimizin ve idarecilerimizin bu kıymetli ozanımızı öğrencilere ve halka tanıtmakta önayak olmalarını ve kendisine ellerinden gelen yardımı esirgememelerini, kültür ve edebiyat namına kendilerinden rica ederiz.
Saygılarımızla.
Fakülte Dekanı Prof. Osman Ersoy,
Prof. Hamit dereli,
Prof. Ahmet E. Uysal,
Prof.Afet İnan,
Prof. Kenan Akyüz,
Prof. Faruk Sümer,
Prof. Engin Uzmen,
Doç. Sami Perliel,
Cahit Öztelli.”[10]
Âşıkların edebiyatımıza dolayısıyla kültürümüze yaptıkları en önemli katkı şüphesiz Türkçe’ye hizmetleridir. Az kelimeyle derin anlamlı sözler söylemeleri onların başta gelen vasıflarıdır. Duygu ve düşüncenin şiir tekniğiyle birleşmesiyle ortaya çıkan sözler, bir bakıma onların gücünü ve büyüklüğünü belirler. Konuya bu açıdan baktığımızda Talibî’yi usta âşıklar sınıfına koyabiliriz. Talibî’nin gücünü belirleyen ve halkın beğenisini sağlayan öğelerden birisi de şiirlerinde özlü ifadelere yer vermesidir. Bu, gerçekten her âşıkta bulunması gereken bir husustur.
Âşık Talibî Coşkun, yaşadığı dönemde unutulmaya yüz tutan âşıklık geleneğine büyük hizmetleri olmuş 20. yüzyılın en önemli âşıklarından biridir. Sanatıyla ve eserleriyle edebiyatımıza önemli katkıları olmuş hacimli destanlarıyla adından "destan şairi" olarak söz ettirmiştir. Çok yer gezmesi onu bir "gezgin" ve aynı zamanda bir "gezginci âşık" olmasını sağlamış; bu nedenle kendisi "İkinci Evliya Çelebi, 20. Yüzyılın Evliya Çelebisi, Turizm Halk Şairi" gibi sıfatlarla anılmıştır. Eserlerinde halkın zevkine hitap eden anlaşılabilir bir dil kullanan Talibî olaylar karşısındaki kişisel düşüncelerini, hayatında çektiği sıkıntıları, zamanında yaşanan doğal afetleri, şehirlerin doğal güzelliklerini ve tarihî özelliklerini şiirlerinde dile getirmiştir. Gezgin bir âşık olması ona yurdun pek çok şehrini ve kültürünü yakında görme imkânı vermiş, gezdiği şehirlerin sosyo-kültürel yapısını, gelenek göreneklerini, örf ve adetlerini güncel olaylarını, halkın karakteristik özelliklerini şiirlerine konu etmiş böylece şehirlerin o döneme ilişkin tablosunu ortaya koymuştur.[11]
2. Ölümü
Ölümünden birkaç gün önce Ankara’da bir askeri birlikte yine şiirler okur, program sonrasında kendisine 600 lira verirler. 12 Mart 1976 günü evinin yakınındaki bir kahvede otururken, birden yere yığılır ve orada vefat eder. Ertesi günü, Ankara’da yayımlanan Şafak adlı gazetede şu haber çıkar: “Halk Edebiyatımızın tanınmış ve sevimli simalarından Sivaslı halk ozanı Talibî (Hacı Bektaş Coşkun) Ankara’da vefat etmiştir...”
Çok gezmesi, Talibî’yi ister istemez;
Talip Coşkun bir gün candan üzülür
Dili durur hem elleri büzülür
Kiminin gurbete kabri kazılır
Kim bilir ki nerde kalır ölümüz
Talibî Coşkun der “Ben de n’olurum
Korkarım gurbette sefil ölürüm
Talibî der ki n’olurum
Mekânı nerede bulurum
Korkarım garip ölürüm
Namazımı kılan olmaz dörtlüklerinde de ifade ettiği gibi gurbette kimsesiz ve garip ölmüştür.
Öldüğünde, cebinden birkaç gün önce kazandığı para çıkmıştır. Yegane serveti de bu para ve ömür boyu göğsünde gururla taşıdığı altın madalya ve diğer madalyalar olmuştur. Bu para ile kefeni alınır ve cenazesi birkaç kişinin yardımıyla Ankara Karşıyaka Mezarlığında, Ada G-8’de, 343 nolu mezara defnedilir.
TALİBİ COŞKUN’UN ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
1- Bende Sizin Gibi Düştüm Figana
Ben de sizin gibi düştüm figana
Bir yol ağlar bir yol gülerim dağlar
Tonus’un toprağı vatanım yurdum
Her zaman tarafın çalarım dağlar
Tonus dağlarında şehitler yatar
Sağında solunda bülbüller öter
Menekşe sümbülü çiçekler biter
Hemi ağlar hemi gülerim dağlar
Kara Tonus şu dağların büyüğü
Ziyarete geldim Arap Peyiğ’i
Hak yoluna kurban kessem geyiği
Sizden muradımı dilerim dağlar
Düğnükkaya derler başı bir kümbet
Davullu Dede’den olsa bir himmet
Ziyarete kılsam farz ile sünnet
Koyun kuzu gibi melerim dağlar
Sizi delik delik delerim dağlar
Yüce kaya derler serin yel derler
Yel estikçe otlar boynunu eğer
Sağ olana yine gelirse bahar
Orada bir namaz kılarım dağlar
Kalbur olur sizi elerim dağlar
Talibî Coşkun gayeten nazar
Görünen dağlara derdini açar
Uzaktan dumanlı görünür Tecer
Sizi duman gibi dolarım dağlar
Bende muradımı dilerim dağlar
2-Ben Söylerim Hakikati
Ben söylerim hakikati
Sözlerimde yalan olmaz
Şu dünyada bir derdim var
Buna çare bulan olmaz
Kıymetimi bilen olmaz
Güneş gibi şahsım olsa
Devlet gibi tahtım olsa
“Gazi” gibi bahtım olsa
Yine bana gelen olmaz
Kıymetimi bilen olmaz
Pınar olsam çağlar gibi
Gazel döksem bağlar gibi
Altın olsam dağlar gibi
Benden bir pul alan olmaz
Kıymetimi bilen olmaz
Hazne dolu akçem olsa
Türlü kumaş bohçam olsa
Yalan dünya bahçem olsa
Benden bir gül alan olmaz
Kıymetimi bilen olmaz
Ben n’ideyim dünyasını
Bana çaktı iğnesini
Şu kalbimin aynasını
Parlatıp da silen olmaz
Kıymetimi bilen olmaz
Kuş olup gezsem havayi
Arayıp bulsam yuvayı
Dünyada kuru davayı
Benim gibi çalan olmaz
Kıymetimi bilen olmaz
Talibî der ki n’olurum
Mekânı nerede bulurum
Korkarım garip ölürüm
Namazımı kılan olmaz
Mezarımı bilen olmaz
3. Belki Seni Bana Yazar Yaradan
Yüce dağ başında pınar gözüsün
Sürüden seçilmiş emlik kuzusun
Güzellerin başı yayla kızısın
Belki seni bana yazar Yaradan
Seni gördüm evvel bahar yaz iken
O güzellik sende cilve naz iken
Güller gonca iken teller saz iken
Belki seni bana yazar Yaradan
Elâ göz üstüne eğmedir kaşı
Aklımı alıyor gerdan kırışı
Yaylanın çiçeği bülbülün eşi
Belki seni bana yazar Yaradan
Nasip olsa yine gitsem yaylaya
Doya doya baksam suna boyluya
Senin için yalvarırım Mevlâ’ya
Belki seni bana yazar Yaradan
Yarim gider kızlar ile düğüne
Gerdanının şevki düşer önüne
Bilmiyorum bu güzelin sonu ne
Belki seni bana yazar Yaradan
Talibî derdine derman bulmuyor
Âşıklar dünyada murat almıyor
Bu zamanda dilek kabul olmuyor
Belki seni bana yazar Yaradan
Haz: Yrd. Doç. Dr. Hasan COŞKUN
[1] Dr. Doğan KAYA, Aşık Talibi Coşkun, Sivas Belediyesi Kültür Yayınları, 2005,(s.1-33)
[2] Sivas Folkloru, S. 43, Ağustos 1976, s. 20.
[3] Ahmet Edip UYSAL, Sivaslı Halk Ozanı Âşık Talibî’de Mizah, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. II, Ankara, 1976, s. 351.
[4] Hasan COŞKUN, Bilinmeyen Yönleriyle Âşık Talibî Coşkun, Revak, Sivas, 2001, s. 239.
[5] Ahmet Edip UYSAL, Talibî Coşkun: Bir Halk Şairimizin Portresi, Çele, S.24, 1965.
[6] Hasan COŞKUN, a. g. m., s. 239.
[7] Sırrı, YALÇIN, a. g. e., s. 7.
[8] İlâveli Ankara Destanı, 1939, s. 17.
[9] Osman, ATİLLA, a. g. bildiri, s. 353.
[10] Sivas Folkloru, C. IV, S. 43, s. 9.
[11] Münir CERRAHOĞLU, a.g.e, s, 189.